David Hearst

David Hearst

İsrail'in Suriye'de aşırıya kaçması çöküşüne neden olabilir

İsrail'in Suriye'de aşırıya kaçması çöküşüne neden olabilir

Suriye lideri Beşar Esed'in düşüşünün üzerinden bir yıl geçti. Halep, Humus, Hama ve Şam hızlı bir şekilde ilerleyen muhalif güçlerin eline geçerken Suriye'deki yabancı oyuncuların çoğu Doha Forumu'na katılıyordu.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'u televizyon ekranından haberleri değerlendirirken izliyordum. Dünyanın en uzun süre görev yapan dışişleri bakanının poker suratı bile ne düşündüğünü gizleyemiyordu. Yüzü bir taş gibi düşmüştü.

Bir “haberci” olarak sahneye çıkan Lavrov, kendisine haberler hakkında soru sorulmasına sinirlenerek karşı çıktı ve bunun yerine Ukrayna hakkında konuşulmasını talep etti.

Suriye'nin geçici devlet başkanı barış vaazları vermeye başladığında, Ebu Muhammed Cevlani de üzerindeki kıyafetleri çıkarıp Ahmed Şara oluvermişti.

Takma adını babasının İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri'nden bir mülteci olarak geçmişine dayandırdığının ve bir savaşçı olarak bir zamanlar şöyle dediğinin bilincindeydi: "Sadece Şam'a ulaşmakla kalmayacağız, Kudüs de bizi bekliyor." Şara o dönemler İsrail için bir tehdit oluşturmayacağının sinyalini vermek için elinden geleni yaptı.

Şam'ın yeni valisi Mahir Mervan, Amerikan kamu yayın kuruluşu NPR'ye verdiği bir röportajda daha da ileri gitti.

“İsrail'e karşı hiçbir korkumuz yok ve sorunumuz İsrail'le değil” dedi. “İsrail'in ya da başka bir ülkenin güvenliğini tehdit edecek hiçbir şeye karışmak istemiyoruz. Biz barış istiyoruz ve İsrail'e ya da herhangi birine rakip olamayız.”

Bu açıklamalar Gazze'deki soykırımın en yoğun olduğu dönemde yapıldı ve Suriye'nin kendilerini desteklemesini bekleyen Filistinlileri dehşete düşürdü.

Ancak yeni rejim, son 14 yıldır bölgedeki en kanlı iç savaşı yaşayan bir halkın gerçek yorgunluğunu yansıtıyordu.

Değişen ruh hali

Bir yıl sonra Suriye halkının ruh hali dramatik bir şekilde değişti.

Şara'nın da katıldığı son askeri geçit töreninde askerler şu sloganı attı: "Gazze, Gazze, Gazze, sloganımız, gece ve gündüz, bombalama ve yıkım. Senin için geliyoruz, düşmanımız, geliyoruz, senin için geliyoruz, ateşten bir dağ olsan bile, kanımdan mühimmat, -düşman- kanından nehirler yapacağım."

Kısa bir süre sonra bir İsrailli bakan Suriye ile olası bir savaşın ipuçlarını verdi.

Günler önce Şam'ın güneyindeki bir köye şafak öncesi yapılan baskın neredeyse askeri bir felakete dönüşüyordu. Yerel basına göre Kasım ayı sonlarında İsrail helikopterleri ve topçuları Şam'ın 50 kilometre güneybatısındaki Beyt Cin kasabasını vurdu, askerler evlere baskın düzenledi ve üç köylüyü alıkoydu.

Ardından tüm köyün İsrailli işgalcileri püskürtme çabasına katılmasıyla bir çatışma çıktı. İsraillilerin etrafı sarılınca savaş uçakları devreye sokuldu. Geri çekildiklerinde 13 Suriyeli ölmüş, 25'i yaralanmış, üçü ağır olmak üzere altı İsrail askeri de yaralanmıştı.

Bir yıl içinde Suriye'deki havayı değiştiren ne oldu?

Şara iktidara geldiğinde İsrail'in bir seçeneği vardı: Rejim değişikliğini benimseyebilir ve Suriye'de yeni bir müttefik edinebilirdi, özellikle de Washington'da Şara'ya yardım etmeyi teklif etmiş olsaydı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu daha önce Muhammed bin Selman'ın Beyaz Saray'a giden yolunu kolaylaştırmış ve Suudi veliaht prensliği görevini daha deneyimli kuzeninden devralmasını sağlamıştı. Aynı strateji Suriye'de Şara için de izlenebilirdi.

Bunun yerine İsrail, birkaç gün içinde Suriye'nin hava kuvvetlerini yok eden, filosunu batıran ve hava savunma radarlarını yerle bir eden büyük bir bombardıman başlattı. Kısa bir süre sonra İsrail kuvvetleri güney Suriye'ye kara harekatı başlattı, ilk hedefi Hermon Dağı'nı ele geçirmekti, ancak daha sonra Gazze'den daha büyük bir alanın kontrolünü ele geçirmeye kadar genişledi.

Zayıflayan Suriye

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, işgali “Golan ve Celile toplumlarını tehditlerden korumak için gerekli” olarak savundu ve Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki saldırısını birincil etken olarak gösterdi. Ancak bu tür gerekçeler sadece kamu tüketimi içindir: İsrail uzun zamandır Suriye'yi kantonlara bölerek kalıcı olarak zayıflatmayı ve ülkeyi Libya'nın bir versiyonuna dönüştürmeyi planlıyor.

Geçtiğimiz Aralık ayında Esed'in devrildiği esnada da rapor ettiğim üzere, rejimin devrilme hızı hem dostlarını hem de düşmanlarını gafil avladı.

Bu hızlı düşüş, Tel Aviv'in kuzeyde Kürtler ve güneyde Dürzilerle askeri ve stratejik bağlar kurarak, Esed'i kalıcı olarak zayıf ve BAE kontrolü altında kılma planlarını engellemiş oldu.

Bu dört amaca hizmet edecekti: Hizbullah'a İran'dan yapılan silah ikmal hatlarını kesmek, Suriye'yi kalıcı olarak zayıflatmak, Türkiye'yi kuzey Suriye'den çıkarmak ve güney Suriye ve kuzey Irak üzerinde İsrail'in İran'ı düzenli olarak bombalayabileceği bir hava koridoru oluşturmak.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Esed'in devrilmesinden bir ay önce İsrail'in Suriye ve Lübnan'daki Kürtlere ve Dürzilere ulaşması gerektiğini söyleyerek bu planın ipuçlarını vermiş ve “siyasi ve güvenlik boyutlarının” göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtmişti.

Saar, “Gelişmelere bu bağlamda bakmalı ve her zaman azınlık olacağımız bir bölgede diğer azınlıklarla doğal ittifaklar kurabileceğimizi anlamalıyız” dedi.

Dürzi kartını oynamak İsrail'in bölgesel hegemonya arayışını gizlemenin bir yoluydu. Dürziler başlangıçta İsrail işgalini desteklemiyordu. Dürzi lider Şeyh Hikmet el Hecri, Şara'nın iktidara gelmesinden haftalar sonra Middle East Eye'a şunları söyledi: “İsrail işgali beni endişelendiriyor ve bunu reddediyorum.”

Dürzi lider, Suriye'nin Dürzi toplumu ile Şam'daki yeni yönetim arasındaki temasların olumlu olduğunu söyledi, ancak şunu ekledi: “Yeni yönetimden sadece olumlu sözler değil, icraatlar da bekliyoruz.”

Ancak bu yaz Dürzi ve Bedevi savaşçılar arasındaki çatışmalarda 500'den fazla kişinin ölmesi ve hükümet güçlerinin geri çekilmek zorunda kalmasının ardından Dürzi lider Hecri bir U dönüşü yaptı. Suveyda'yı İbranice adı olan “Başan Dağı” olarak adlandırarak ve Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği'nin müdahalesini isteyerek açıkça ayrılıkçı bir gündemi zorladı.

Bir duvara çarpmak

İsrail'in güney Suriye'yi işgali ve bombardımanları -Şara'nın iktidara gelmesinden bu yana Suriye'yi 600'den fazla kez bombaladı- hem Şam yönetimi hem de askeri istihbaratı muhalif güçlerin Halep'i ele geçirmesine yardımcı olan Ankara tarafından tam bir tepkisizlikle karşılandı.

Türkiye ile İsrail arasında Suriye hava sahasına hangi komşunun hakim olacağı konusunda yaşanan çekişmenin merkez üssü Şam'ın kuzeyindeki iki bölge oldu: İsrail'in Ankara'nın gelişmiş hava savunma sistemleri kurmasını engellemek için defalarca bombaladığı T4 Hava Üssü ve Palmira Askeri Havaalanı.

Nisan ayında Türkiye, Şam ile yaptığı savunma anlaşması çerçevesinde T4'ü devralmak için harekete geçti. Ancak hiçbir şey olmadı ve Ankara bunun yerine Tel Aviv ile çatışmasızlık görüşmelerine başlamaya karar verdi. Savunma anlaşması Suriye birliklerini eğitme anlaşmasından öteye gidemedi.

Suriye başkentine Türk yetkililer tarafından kısa sürede çok sayıda ziyaretler gerçekleştirildi. Ankara şu anda bölgeye danışman olarak asker konuşlandırmak için görüşmeler yürütüyor. Ancak Türkiye'nin İsrail'in Suveyda'yı askeri olarak elde etmesine yönelik tepkisi icraatten ziyade söylem bazında oldu.

İstanbul Başsavcılığı Netanyahu, Katz, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir ve diğerlerinin de aralarında bulunduğu İsrailli yetkililer hakkında Gazze'de soykırım ve insanlığa karşı suç işledikleri gerekçesiyle tutuklama kararı çıkardı. Ancak Ankara'nın askeri duruşu, İsrail'in bir boşluğu doldurmasına ve sonrasında barış şartlarını dikte etmesine izin vererek "aşırı ihtiyatlı" olarak nitelendirildi.

Bir zamanlar Suriye'nin kuzeyinde bir Rus savaş uçağını düşüren askeri güç olan Türkiye, güce güçle karşılık verme konusunda isteksiz olma konusunda yalnız değil.

Şara'nın ise İsrail tehdidine ilk tepkisi Suudi Arabistan'a başvurmak oldu. Muhammed bin Selman'ın buna karşılık verdiği ve Şara'ya krallığın Suriye'yi bir kez kaybettiğini ve bir daha kaybetmeyeceğini söylediği bildiriliyor.

Muhammed bin Selman, Şara'yı ABD Başkanı Donald Trump ile tanıştırdı ve bu görüşme Beyaz Saray'a ziyaretin ve Sezar yaptırımlarının kaldırılarak yabancı sermayenin yeniden Şam'a akmasının yolunu açtı.

İlişkiler test edildi

Trump'ın ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın Suriye konusundaki fikirleri kesin bir şekilde Şara yanlısı olmuştur. Trump, Suriye yönetiminin “gerçek ve müreffeh bir devlet inşa etmek için” çok çalıştığını söyleyerek Sezar yaptırımlarının kaldırılması için yoğun çaba sarf etti.

Geçtiğimiz hafta sonu Suriye'nin orta kesiminde IŞİD tarafından düzenlenen bir saldırıda iki ABD askeri ve bir sivil tercümanın öldürülmesiyle Trump'ın Şara'ya verdiği destek büyük bir sınava tabi tutuldu. Ancak Trump bir zamanların El Kaide savaşçısı olan Şara'ya sırtını dönmedi. Bunun yerine Suriye liderinin saldırı nedeniyle duyduğu öfkeyi ve olayın gerçekleştiği bölgenin Şam'ın kontrolünde olmadığını ifade etti.

Trump sert bir karşılık verme sözü verdi ama bu Şam'a karşı değil IŞİD'e karşı olacak.

Askeri cephede rakipsiz kalan İsrail, diplomatik cephede Trump tarafından giderek daha fazla hayal kırıklığına uğratıldığını hissediyor. İsrail'in askeri düşüncesinin açık bir göstergesi, geçtiğimiz günlerde Maariv'de Barrack'a güvenilmemesi gerektiğini çünkü şu anda yaşadığı ülke olan Türkiye'den çok fazla etkilendiğini yazan Yarbay Amit Yagur tarafından ortaya kondu.

Yagur Suriye'nin “tarihi bir devlet olmadığını”, daha ziyade “Fransız mandasının ihtiyaçlarına hizmet etmek üzere bir araya getirilmiş bir mezhepler topluluğu” olduğunu söyledi. Şara'nın ise pratikte Şam ve banliyölerinin belediye başkanı olduğunu söyledi.

Yagur ayrıca İsrail'in dört temel çıkarı olduğunu söyledi: Suriye'nin Türkiye için bir vekil olarak hareket etmeyi bırakmasını sağlamak, Şara'nın “cihatçı milislerinin” İsrail sınırına ulaşmasını önlemek, Dürzi toplumuna yönelik yeni bir katliamın önüne geçmek ve Suriye'nin “şeriatla yönetilen bir İslam devletine” dönüşmesini durdurmak.

'Hiç bitmeyen' savaş

Şara retoriği yükseltti. Bu yılki Doha Forumu'nda geçici devlet başkanı, İsrail'in Gazze'deki korkunç katliamlarından dikkati dağıtmak için bölge ülkelerine kriz ihraç ettiğini söyledi. Ancak yine de İsrail'in geri çekilmesine aracılık etmesi için Trump'a güveniyor.

Netanyahu'nun kendisi de Suriye'nin güneyinden çekilmeyeceklerini ifade etti ve New York Times DealBook Zirvesi'nde yaptığı bir konuşmada daha da ileri giderek başlattığı savaşları “hiç bitmeyen savaş” olarak tanımladı.

"Bu savaşı kazandık ama hiç bitmeyecek. Bu şuna benziyor, bilirsiniz belirli kanser türlerinde kanserli kısmı alırsınız ama bilirsiniz, yine de geri gelebilir. Ama onu almazsanız ölürsünüz" dedi Netanyahu.

Netanyahu'nun kullandığı bu metafor oldukça açıklayıcı -ama en hafif tabirle talihsiz-

Her doktorun size söyleyeceği gibi, kanserli hücreler güçlenip tedaviye daha dirençli hale geldiği ve hasta zayıfladığı için kanser tekrarlayabilir. Sonunda, kanserle mücadele için kullanılan tedavi nihayetinde hastayı öldürebilir.

Bu benzetmede aslında Netanyahu, İsrail'in bu çatışmayı asla kazanamayacağını, eninde sonunda yenik düşeceğini kabul ediyor.

Hizbullah'ı, İran'ı ve şimdi de Hamas'ı yendiğini düşünen; imzaladığı ateşkes anlaşmalarını açıkça çiğneyen; Güney Lübnan ve güney Suriye'ye hakim güç olan İsrail ordusu, özellikle de tüm bu cepheler sürekli aktif olacaksa, açıkça kendilerini aşırı zorlama noktasında olacaktır.

Suriye, İsrail'in giderek saldırganlaşan askeri hırslarının dönüm noktası olabilir. Netanyahu'nun kehaneti kendi kendini gerçekleştirebilir ve bu gerçekleştiğinde durum Netanyahu'nun kontrolünden çıkacaktır.


Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 469 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
David Hearst Arşivi