Kim bu 'Siyasal İslamcı'lar?
Ümmetin şahit bir ferdi olarak ülkemizdeki ve diğer halkı Müslüman ülkelerdeki sosyal ve siyasal değişimlere tanıklık ettik. Siyasal değişimin belirleyiciliğinden dolayı Müslümanlar, temel tercihlerini batılılaşmadan yana yaptıktan sonra adlarını bile nesiller içerisinde kaybetmeye başladılar. Çünkü isim ile müsemma arasında doğru bir orantı vardır. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz, çocuklarımıza nitelikli isimler koymamızı istemiştir.
İman alanlarının bütünlükten kopmasıyla beraber Müslümanlar(!), parçacıl bir inanç alanına sahip oldular. Hayatın anlamlandırılmasında ilahi olanla beşeri olanın; İslâm ile ideolojilerin sentezi yapıldı. İnandığını söyleyenlerin imanlarında derinlik olmadığı gibi, ibadetleri de kaybolmaya yüz tuttu. Dinin siyasetten uzak olması istendi ve İslâm’ı tenzih edelim derken bu sefer de dinin işlevselliği buharlaştırıldı. Velayet/siyaset alanı dinden koparıldı. Hatta siyasete müdahil olmayan bir din algısı oluşturuldu. Siyasetle ortak hareket eden iktisadi ve sosyal alan ise tamamen dinden uzaklaştırıldı.
Halkı Müslüman ülkelerin eğitim sistemi, dini bir vicdan meselesi olarak görüp hayattan kovdular. Burada dinden kastımız sadece İslâm dinidir. Müslümanlıkla ilgisi olmayan sözde Müslüman toplumlardan örnekler vererek dinin, vicdanlara mahkûm edilmesinin propagandasını yaptılar. Sonunda işlevsiz bir dinin, koyun gibi güdülmeye razı olan mü’minleri (!) imal edildi. Meselesiz, gayesiz, idealsiz ve cihaTsız bir toplum oluşturuldu. Bizim hayatımız böyle bir toplumda geçmektedir. Bu toplumda tüm kurumlar sanki imanımızı yok etmek üzerine kurgulanmıştır.
Yukarıda saymış olduğumuz bu yanlışlardan kurtulmak ve imani bir tecdid yapıp İslâm’ı, hayatın belirleyicisi yapabilmek için Resulullah’ın; talim, tezkiye ve tenfiz/temsil görevlerini acilen ihya etmemiz gerekir. Talim ve tezkiye alanlarını Kur’an ve sünnet merkezli çalışacak olursak Hz. Peygamber’in nereden başladığının cevabını da bulmuş oluruz. “Nereden başlayalım?” sorusu bugün bile üzerinde kafa yorularak cevabını bulmuş değildir. Bu soru Müslümanlara teklifler yüklemektedir. Müslüman olduğunu söyleyen çoğu kimse ise teklif yüklemeyen bir dinden yana taraf olduklarını ortaya koymaktadırlar.
Bu sorunun cevabını ayetlerin izini süren, geliş yerlerini ve nedenlerini bilen, vahiy-vakıa ilişkisini kavrayan, ihtiyaç haritasına vakıf olan âlimler bilebilir. Bu sorunun cevabı Kur’an-ı Kerim’in içinde ve Resulullah’ın uygulamalarındadır. Vahye muttali olmayanların cevaplayamayacağı kadar zor ve ağır bir sorunun cevabıdır. Zaten bu sorunun cevabı bilinerek çalışmalar ve programlar yapılabilseydi ülkemiz insanlarının bütünlük çerçevesinde Müslümanca düşünmeleri sağlanmış olabilirdi. Bazılarının göremediği veya görmek istemediği kitlesel irtidatlar önlenebilirdi.
Bu durum gerçekleştirilemediği için zihni parçalanmışlık içerisinde olan insanlarımız Müslümanca düşünememektedirler. Dine verdikleri yanlış ve eksik anlam çerçevesinde, hayatı din dışı veya dinsizce yorumlamaktadırlar. Dinin özünü bilmediklerinden, dinin hâkimiyet alanı aramasını batılı bir jargonla “siyasal İslâm” şeklinde tanımlamaktadırlar. Hâlbuki İslâm’ın kendisi siyasettir. İnsanlığı yönetmek için gönderilmiştir. Bazıları bu konuda daha ileri giderek ve biraz da kasıtlı olarak, resmi ideolojiye teslim olan siyasal yapıların öncü kadrolarındaki “dindar” kimselerden hareketle bazı sağ partileri, siyasal İslâmcı şeklinde tanıtmaktadırlar. Böyle bir yaklaşımla, İslâm’ın önü kesilmekte ve dinimize karşı genç kuşaklar arasında nefret dili oluşturulmaktadır.
Esasında burada kârlı olan, kendisine İslâm’ı en büyük rakip gören dünya sistemidir. Bilinçli Müslümanlar, Türk siyasetinde İslâm’ı referans alarak hiçbir partinin faaliyet yapmadığı gerçeğini insanlarımıza anlatmazlarsa; Müslümanlık gelecek adına çok büyük yaralar alacaktır. İşin tuhaf tarafı kendilerini, “sağcı, liberal ve muhafazakâr” ilan edenler bile “siyasal İslamcı” betimlemesinden oy avcılığı adına rahatsız olmamaktadırlar. Değil rahatsız olmak keyif almaktadırlar.
Siyasal partilerin İslâm’a bakışları, laikliğe getirdikleri tanım ve resmi ideoloji içerisindeki aldıkları rolle mukayyettir. Bu ifademiz geneldir. Dünya sistemine teslimiyet ve resmi ideolojinin salimen seyri üzerine rol alan siyasal organizasyonların Müslümanlıkla ciddi bağlantısı olabilir mi? Hâlbuki tevhidi, adaletli, emanete liyakati esas alan, istişareli ve ahlaklı hareketlerin dışında hiçbir yapılanma Müslümanlara adres olamaz. Yukarıdaki ilkelerden sapma oldu mu Müslümanlar yanında bulundukları hareketi ya asli yapısına oturturlar veya tamamen terk ederler. Çünkü itaat ve sadakat İslâm’a teslimiyet ile mukayyettir. İslâm’a reddiyenin olduğu bir harekette Müslümanlar yer almazlar; asla da yer almamalıdırlar. Müslümanca çalışmamaktan kaynaklanan siyasal beceriksizliklerini İslâm’a yükleyip dinden taviz verenlerin; adım adım “batı kulübüne” kayanların ve oraya yerleşenlerin Müslümanlara verebilecekleri bir şey yoktur.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.