Mahmut Cemil İnce

Mahmut Cemil İnce

Üç tarz-ı İslamiyet

Üç tarz-ı İslamiyet

Osmanlı Devleti'nin yıkılmaya yüz tuttuğu ve Osmanlı aydınlarının devleti kurtarmak için bir kurtuluş yolu aradığı 19-20'nci yüzyıllarda belli başlı fikir akımları ortaya çıkmıştır.

Bu fikir akımlarının temsilcileri devletin ve milletin kurtulması, yaşamına devam edebilmesi için çeşitli düşünceler ve yöntemler ortaya atmıştır.

Böyle bir düzlemde, Türkçü aydınlardan Yusuf Akçura, "Üç Tarz-ı Siyaset" isimli bir makale kaleme almıştır. Akçura makalesinde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarını kıyaslayarak Türkçülüğün devletin kurtuluşu için tek yol olduğunu savunmuştur.

Türkçülük fikri devam eden süreçte bu akımlar arasında öne çıkmış, ulus-devlet fikri çevresinde inşa edilen bu anlayış Osmanlı'nın geleceğine hakim duruma gelmiştir. Nihayetinde yeni kurulan cumhuriyet de bu fikri merkeze alarak yeni bir ulus kimliği ve ulus devlet anlayışı inşa etmiştir.

Mevcut krizimiz

Bugün Müslümanlar olarak bizler de benzeri bir dönüm noktasında bulunuyoruz. Sanırım bu satırları okuyan yahut okumayan hiçbir Müslüman, şu an içerisinden geçtiğimiz şartlarda bir yöntem ve eylem krizi içerisinde olduğumuz gerçeğini inkar edemez.

Halihazırda İslam alemi gerçekçi çözümler gerektiren gerçekçi problemlerden muzdarip. Bu problemlerin en büyüklerinden birinin askeri işgal olduğunu daha önce kaleme aldığımız yazılardan birinde vurgulamıştık.

Bunun yanı sıra İslam alemi ve Müslümanlar daha farklı sorunlar ve meydan okumalarla karşı karşıya ki hangi birinden bahsedip dert yanmak gerek bilmiyorum. Bir yandan İslam alemini istila eden küfri rejimlerin faaliyetleri, diğer yandan Müslümanlara dayatılan gayri İslami ulus kimlikleri ve bunların yapay değerleri belimizi büküyor. Tüm Müslümanlar yerli ve yabancı çeşitli istihbarat örgütlerinin kuşatması ve örtülü operasyonlarıyla karşı karşıya. Kendi yönümüze ve üzerinde sebat edeceğimiz gerçek bir modele sahip olmadığımızdan savruluyor ve yönlendiriliyoruz.

Modern anlayışlar ve metropol yaşantısı karşısında nasıl bir tavır takınacağımızı, ulus devletler içerisinde Müslümanlığı nasıl sürdüreceğimizi, kendimizi ve neslimizi nasıl koruyacağımızı bilmemenin şaşkınlığı içerisindeyiz. Evlatlarımızın ellerimizden kayıp gitmesini, dini terk etmesini, ahlaksızlıkların esiri olmasını acıyla seyrediyoruz. Bugün boşluk ve cehalet sebebiyle küfür batağına sapanlar da ahlaksız akımların peşine takılanlar da bizim, Müslümanların evlatları.

Müslümanlara ve bilhassa gençlere pratize edilebilir, yaşanabilir, umut vadeden bir model sunamadığımız için onları kuşatamıyor, geleceklerini İslami mücadele içerisinde kurgulamalarını sağlayamıyoruz. Onlara bu dünyada Müslümanca yaşamanın ve bu dünyaya Müslümanca meydan okumanın ne olduğunu gösteremiyoruz. Yaptığımız maalesef sadece Müslümanca gün doldurmaya ve ömür geçirmeye benziyor ki bu hal de kimselere cazip gelmiyor.

Benimsediğimiz veya bize benimsetilen modeller İslam'ın ve Müslümanların maslahatına değil, farklı çevrelerin ve çoğunlukla sistemin/rejimlerin işine yarıyor. Bizim aleyhimizde olmasına rağmen lehimize görünen/gösterilen modeller birileri tarafından bizlere kolaylaştırılıyor ki bizler akın akın bu modeli benimseyelim ve başkalarının değirmenlerine su taşıyalım.

İçerisinde bulunduğumuz bu kritik dönemeçte, Müslümanları bu zor şartlardan kurtaracak ve sağlam bir geleceğe taşıyacak yolun ne olduğuna ilişkin tartışmalar içerisindeyiz.

Üç tarz-ı İslamiyet

Şüphesiz Müslümanlar içerisindeki ayrımlar çeşitlidir. Dünyada yaklaşık 1.5 milyar Müslüman yaşıyor. Bunlar içerisinde sayısız mezhep, meşrep, dil, kavim, millet, metot, model, cemaat olduğunu hepimiz biliyoruz. Elbette bunların hepsinin mezhebi, akidevi, ameli farkılıkları mevcut.

Fakat bizleri daha ziyade ilgilendiren husus Müslümanların pratik olarak ortaya ne koydukları. Çünkü Müslümanların pratik olarak, siyasi ve sosyal olarak yaptıkları şeyler kalem sahiplerinin önünü açacak ve onlara İslami bir sistem kurma imkanı tanıyacaktır.

Sözün özü, müntesiplerince ortaya konulan siyasi tavrı esas alarak biz de dünya üzerinde yaşamakta olan "Üç Tarz-ı İslamiyet"ten bahsedebiliriz. Tabii ki bu İslam'ı lafzen kabul edenler değil, pratikte yaşayanlar için geçerlidir. İslam'ı lafzen kabul etmek haricinde Müslümanlıkla ilgisi olmayanları böyle bir kategorizasyona sokmaya lüzum yoktur.

Bugün Müslüman kitleler mezhepleri, meşrepleri ve akideleri farklı da olsa üç temel tarzı benimsemiş durumdadır:

- İlk tarz İslamiyet: Bu tarzı benimseyenler İslam ümmetinin siyasi gidişatıyla yakından ilgilenmeyenler yahut İslam'ın siyasetini mevcut siyasi iktidarların insafına terk edenler ve bu iktidarlardan medet umanlardır. Açıkçası, mevcut siyasi iktidarlar İslam alemini işgal eden harici güçler ve onlardan ithal edilen küfri fikirlerce tesis edildiğinden, ve bu durum Müslümanların yaşadığı krizlerin sebepleri arasında yer aldığından, benimseyeceğimiz İslamiyet tarzının bu olacağını düşünmek abesle iştigal olur.

- İkinci tarz İslamiyet:  Bu tarzı benimseyenler, yukarıda zikrettiğimiz siyasi iktidarlarla aralarına çeşitli ölçülerde mesafe koymuş olmakla beraber, dünyada ve toplumda değişim konusunda teorik ve pratik açılardan tereddütlere sahip olanlar yahut gerçekçi bir yöntemi bulunmayanlardır. Bu kesimler daha ziyade alışageldikleri, geleneksel yöntemleri benimsemiştir. Kurguladıkları modeller İslam'ın krizlerini sona erdirebilmekten uzaktır. Bunlar çalışmalarını çeşitli sohbetler ve dernek faaliyetleriyle kısıtlamakta, dünyanın mevcut gidişatını ve siyasi gelişmeleri anlamak için ekstra bir gayret sarf etmemektedir. Bakış açıları daha ziyade toplumu yalnızca sosyal vasıtalarla değiştirmek üzerinedir. İnsani yardım ve benzeri faaliyetler de bu vasıtalardan bazılarıdır.

Bu tarzın bazı yol, yöntem ve amellerini takdir etmekle beraber, yaşadığımız krizleri çözme potansiyelini barındırmadığını söylemek gerekir. Zira İslam beldelerine bakıldığında, İslam'ın gereklerini yerine getirme oranları yüzde 90'ları aşan toplumların dahi siyasi ve askeri sorunlarla yüz yüze olduğunu görürüz.

Söz gelimi, namaz kılma ve şeriatı isteme oranı yüzde 90'lara yaklaşan Nijer, Pakistan, Irak, Fas gibi sayısız ülkede halen bâtıl rejimler hüküm sürmekte, Müslümanlar zulüm görmekte ve İslam'a göre yönetilmemektedir. Kısacası, bu ikinci tarzı yerine getirerek salt "toplumsal dönüşüm, dernek faaliyeti ve insani yardım" düşüncesini temel almak değişim getirmemektedir. Bu gerçek, arzulanan bu değişimin ne kadar verimli olacağına dair soru işaretlerinin oluşmasını kaçınılmaz kılmaktadır.

Sürdürülebilirlik ve İslami egemenlik gibi hassasiyetler barındırmayacak şekilde insani yardım çalışmaları yürütülmesinin de sömürülen İslam coğrafyalarında sömürüden duyulan rahatsızlığı azaltıyor olduğu da bir gerçektir. Söz gelimi, küresel küfür sisteminin saldırı ve sömürüleri sebebiyle krizler yaşayan Somali halkının sosyal ve siyasi açıdan patlamanın eşiğine gelmesini önleyen şeylerden biri de bu şekilde sorumsuzca "insani yardım" düşüncesinin peşine düşülmesidir. Bu yardımlar halkın sömürü nedeniyle gösterdiği semptomları baskılayan bir tür uyuşturucuya dönüşebilmektedir.

- Üçüncü tarz İslamiyet: Beklenen, istenen, arzulanan İslami tarz ve model budur. Ancak şunu söylemek gerekir ki Müslümanlar bugün tam anlamıyla bu modeli üretip hayata geçirebilmiş ve yine bu modeli yayarak hakim bir anlayış haline getirebilmiş değildir.

Bu tarz, değişimin gerçek dinamiklerine ve iktidarın ne anlama geldiğine vakıf olmaktır.

İslam'ın neyi öngördüğünü, Allah'ın kullarından ne istediğini, İslam'ın hakimiyetinin ne anlama geldiğini idrak etmektir.

Toplumsal ve siyasal değişimleri anlamak, yaşanan gerçekçi problemlere uzun soluklu ve gerçek çözümler üretmektir.

Değişimi sağlayacak kadroları yetiştirmek, uygulanabilir teoriler üreterek bunları pratize etmektir.

Dünyada hakim konumdaki küfür sistemi mağlup edilmeden, yok olup gitmeden, tek bir sokakta dahi İslami bir başarı elde edilemeyeceğinin farkında olmaktır.

Dünyanın artık her semtin, her sokağın kendi dinamiklerine sahip olduğu bir yer olmadığını anlamaktır. Washington'da, Londra'da, Paris'te, Viyana'da, Moskova'da, Tel Aviv'de, Pekin'de alınan kararların, küresel iktisadi sistemin, çıkar odaklarının evlerimize kadar girdiğini fark etmektir. Bu kararların etkileriyle ve neticeleriyle değil, karar sahiplerinin bizatihi kendileriyle savaşmaktır.

İslamiyet'in akidevi, mezhebi, fıkhi ve ahlaki rükünlerini anlamak ve anlatmak ulemanın işidir. Bu konuda doğru olan yolun ne olduğunu kitlelere onlar anlatacak, onlar sevdirecektir. Fakat tarz-ı İslamiyet, yani bizim bahsettiğimiz haliyle İslam'ın siyasi davranış modelini kurgulamak, bunun da ötesine geçen bir meseledir. Bunu verimli bir şekilde ortaya koyamadığımız, kendimiz olmadığımız, sonuca ulaşacak işlere imza atmadığımız sürece bu çıkmaz sokaktan kurtulamayız.

Üçüncü tarz İslamiyet lafı, durumun iyi anlaşılmasını sağlamak için yapılan bir benzetmedir. Bu aslında İslam'ın bizzat kendisi, Rasulullah ve ashabının davranışlarından öğrendiğimiz hareket metodudur. Bunu, yaşadığımız dönemi iyice anlayarak hayatlarımıza tatbik etmez ve Müslüman gençlerin yükleneceği bir model haline getirmezsek, dizlerimizi daha çok döveriz.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2680 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
6 Yorum
Mahmut Cemil İnce Arşivi