Mahmut Cemil İnce

Mahmut Cemil İnce

İslami Çalışma Dersleri 5: İktisat, adalet, eğitim ve diğer meseleler

İslami Çalışma Dersleri 5: İktisat, adalet, eğitim ve diğer meseleler

İslami egemenlik yolunda değerlendirmelerde bulunurken, İslami sistemin iktisadi anlayışının temellerinin incelenmesi de önemli bir konu. Bu noktada ilk olarak bahsedilmesi gereken şey gelir adaleti. İslam'da ne kapitalizm gibi tamamen sermayenin güç ve isteklerine bırakılmış bir iktisadi durum söz konusu ne de sosyalizm gibi piyasaları devletin doğrudan yönlendirmeye çalışması gibi bir durum söz konusu. Bu noktada gelir konusunda elbette bireysel çabayı ön plana çıkaran, müdahalecilikten uzak, ama yine de gelir adaletini sağlamayı esas edinmiş bir sistemden söz ediyoruz.

Diğer bir iktisadi konu ise verimlilik konusu. İslami sistem her açıdan verimliliği temele alan bir sistemdir ve iktisat da bunun bir parçası. İslam'ı öğrenen, onu benimseyen kişi, İslam'ın buyruklarına göre yaşamak ve bunları dünyaya egemen kılmak için ömrünü harcar. Mesaisini buna ayırır. Bu bakımdan İslam, insana verimliliği öğreten bir zihniyet üretir. "Bir işi bitirince diğerine başlamayı" öğütler. Müslüman sürekli verimli ve üretken bir pozisyonda. Elbette bu üretim sadece sermaye sahiplerini temeline alan, tüketim düşüncesi merkezli bir üretim değil. Bilakis insanlığın dünyevi ve uhrevi refahını gaye edinen bir üretim düşüncesi mevzubahis. Üretilen şeyler de sadece ticarete konu emtia değil. Mesela yazmak da bir üretim. Bunu Allah rızası için yapmak hem bir üretim hem de bir ibadet. Örnek verecek olursak, İslam tarihinde bir alimin hac yolunda tamamen hafızasından, onlarca cilt uzunluğunda İslami bir eser yazdığını biliyoruz. İslam'ın insanları getirdiği üretkenlik noktası işte budur. Ataları, dedeleri muhtemelen bilinmeyen, herhangi bir önem ile tarihe geçmeyen bu insanlar, İslam'ın kattıklarıyla bu noktalara kadar gelebilmişler.

Yoksulluk meselesi ve ekonomi

Meseleye bugünden baktığımızda ve geçmişi bugüne uyarladığımızda ağır sanayi gibi, teknolojik üretim gibi, nanoteknoloji gibi, yazılım gibi birçok şeyi ortaya koymayı düşünebiliriz. İslami sistemi iktisadi cephesinin temelinde de İslami sistemin ve insanların faydasına sunulmak üzere üretimin esas alınması yer alıyor. Bu açıdan yoksulluk sorunu İslam'ın en yakinen muhatap olduğu meselelerden. İslam'ın zekât müessesesini şart haline getirmesi bu konuya verilen ehemmiyetin bir göstergesi. Zekât sadece iktisadi açıdan yoksulu korumakla kalmıyor, iki farklı ekonomik kesim arasında gerçekçi bir sosyal bilinç inşasına da katkı sağlıyor.

İktisadi meseleleri ele alırken değinmek gereken bir diğer mevzu yoksulluk sorunu. Genellikle kötü yönetim ve sömürünün bir neticesi olarak ortaya çıkan yoksulluk, kesinlikle bizim ihmal edebileceğimiz, görmezden gelebileceğimiz bir husus değil. Yoksulluk sorunu iktisadi, şahsi vesaire bir mesele değil, bizatihi İslami bir mesele ve Müslümanların bu sorunun çözümü için mesai harcaması gerekir.

Bu noktada dikkatimizi çekmesi gereken ilk şey, İslam alemindeki ülkelerin tamamına yakınında yoksulluğun kriz boyutuna ulaştığı. Batıcı kesimler bundan İslam'ı sorumlu tutsa da burada temelde İslam ülkelerindeki işgallerin ve kukla rejimlerin yattığı açık. İktisadi açıdan, yoksulluk sorununun en temelinde hem eğitim hem üretim hem de kaynakların kullanımı gibi sorunlar yatıyor.

İslam toplumu dini ve fenni eğitimden mahrum bırakılmış durumda, işgalcilerin kurguladığı eğitim sistemlerinden geçen insanların ciddi bir kısmı işsiz kalmaya ve alt tabakada yer almaya mecbur hale geliyor.

Yine üretim olanakları temel ihtiyaçlardan ötesine ve özellikle zengin zümrelerin lüks tüketimine özgüleniyor. Söz gelimi insanlar hala aç olmasına rağmen, zengin kesimlerin yeme-içme lüksü, binekleri, özel uçakları gibi alanlar için üretim yapılıyor. İslam aleminin üretim gücünün zengin kesimlere ve dış destekli batıl rejimlerin çıkarlarına endekslenmesi, halkın kalanı için üretim olanaklarının devre dışı olması ve yoksullukla sonuçlanıyor.

Bu paralelde kaynakların da bu gayelere bağlanması ve halktan esirgenmesi krizi besliyor. İslam alemi petrol, doğal gaz, altın gibi birçok kıymetli kaynağa sahip. Ancak bu kaynaklar İslam halkları için değil, onları sömüren dar kesimlerin çıkarları için kullanılıyor. Bu, söz konusu batıl yönetimleri koruyan ordular ve diğer güçler eliyle sağlanıyor. Düşünün, mesela İstanbul sokaklarında Türkmenistan'dan kalkıp gelen işçiler görüyoruz. 8 milyon gibi az bir nüfusu olan ve zengin yer altı kaynaklarına sahip olan bir ülke Türkmenistan. Ama kendi insanlarını besleyemiyor ve insanları gurbete gidiyor. Neden? Zira ülkenin kaynaklarını yönetici kesimi sömürüyor ve halka bir şey kalmıyor.

İslami egemenlik yolunda Müslümanların evvela İslam aleminin kendi kaynaklarını, kendilerini sömürüp zengin olan kesimlerden kurtarması icap ediyor. Bu kaynakların kurtarılması demek, çok ciddi ve kapsamlı bir kaynağın Müslüman halkın istifadesine sunulması demek. Bir toplum kendisini sömüren zümrelerden bu kaynakları kurtarıp halka ve İslami sisteme arz edebilirse iktisadi sorunların aşılması için büyük bir adım atılmış olur. Maalesef bugün milyonlarca kişinin yoksulluk sorununu çözebilecek olan kaynaklar birkaç yüz kişilik zümrelerin, sermaye sahibi belirli ailelerin, siyasilerin, şirketlerin vesaire lüks harcamalarını finanse etmek için harcanıyor. Lüks yemek ve davetler, balolar, organizasyonlar, toplantılar için milyonlarca dolar harcanıyor. Bu kalkınmayı engellerken yoksulluğu besliyor. Halbuki Allah azze ve celle bizlere, servet ve zenginliğin belirli insanların elindeki bir şey haline gelmemesini emrediyor, öyle değil mi?

Bürokratik kalabalık

Bir diğer konu 'bürokratik kalabalık'. Esasen devletin bir aygıt olarak, ihtiyacın olmadığı alanlarda kendini minimalize etmesi ve beşerî sermayesini gerçekten ihtiyaç olan alanlara kaydırması lazım. Devletin çalışanlarının gerçekten iş olduğu için mevcut olması lazım, sadece çalışan olması için, "âdet yerini bulsun" diye değil. Ki böylece devletin kamuya dair işleri görmek için yaptığı harcamalar gereksiz yere artmasın.

Örneğin iş yapmayan memuriyet kadroları, belirli kişilerin akrabalarının maaş alması için açılan kadrolar olmasın. Devlet, vatandaşları henüz temel ihtiyaçlarını karşılayamamışken kamu hazinesini lüks için kullanmasın. Mesela devlet kurumlarında lüzumsuz yere 'sanatçı' kadroları bulunmasın, devlet daha ucuza yapabileceği işleri sırf birileri zengin olsun diye daha pahalıya yaptırmasın.

Devlette ekstra bir değer veya hizmet üretmeyen hiçbir dal, budak kalmasın. Tıpkı bir ağacın budanması gibi, işlevi olmayan dallar budansın. Ki ağaç, enerjisini üretime odaklayabilsin, fazlalıklarından kurtulsun.

Hukuk ve adalet

İktisattan sonra genel çerçevesine değineceğimiz şey hukuk ve adalet. Hukuk gerçekten ayakta duran bir toplumun temel taşı. Ömer radiyallahu anh, adalet mülkün temelidir buyuruyor. Yani adalet, devletin, sistemin temeli. Bir yerde adalet varsa, haklı hakkını alıyorsa, Allah'ın hudutlarına riayet ediliyorsa, ancak orada her şey yerli yerine oturabilir.

Burada tekraren belirtmekte fayda var, kulların haklarına da Allah'ın haklarına-hudutlarına da riayet edilmeli. Örneğin gelişmiş Batılı ülkelerde kulların haklarının teslim edilmesi bakımından kısmen adalet vardır fakat Allah'ın haklarının teslim edilmemesi gerekçesiyle hakiki bir adalet yoktur. Zira Allah'a ait olan haklara-hudutlara riayet edilmemesi, kulların haklarının gasp edilmesinden daha büyük bir zulümdür. Ki şirkin çok büyük bir zulüm olduğu Kur'an-ı Kerim'de de vurgulanıyor.

Adalet konusunda belirttiğimiz üzere iki boyutlu bir işleyiş mevcut. İslam hem kullar arasındaki hem de kullar ile Allah arasındaki adaleti tesis edecek bir sistemdir. Elbette belirtmek gerekir ki mutlak bir adalet dünyada söz konusu değildir. Sadece samimi-takvalı bir şekilde, Allah'ın hükümleri doğrultusunda bu adaleti tesis etmeye çalışmak gerekir.

Adalet konusundaki en büyük eksikliklerden biri de yöneticilerin hesap verebilir olmayışıdır. Daha önce belirttiğimiz gibi İslami sistemde yöneticiler de Allah'ın hükümleri karşısında halk ile eşit bir konumdadır. Bu açıdan, kamunun temsilcisi sıfatıyla kamuyu ilgilendiren işleri görmekte olan yöneticilerin, bu işlerden doğan meselelerde halka hesap verebilir olması gerekir. Kamuya dair ilişkiler konusunda, devlet yönetme konusunda, kamunun mallarını ve işlerini yönetme konusunda şeffaflığın olması gerekir. Yönetici, bulunduğu pozisyonda halk adına bir temsil görevi yapmaktadır. Bu açıdan hukukun yöneticileri de tam olarak bağladığından emin olmak ve onların denetlenebilir olması icap eder.

Burada üzerinde durulması gereken şey ise hukuk söz konusu olduğunda İslami sistemin hukukunun ne olacağıdır. Bizler için hukuk Allah'ın şeriatıdır. Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın sünneti çerçevesinde, Ehli Sünnet vel Cemaat içerisindeki fıkıh ekollerinin ortaya çıkardığı hukuki çalışmalar temel alınır. Bizlerin İslami mücadele ve İslami sistem dediği zaman aklımıza gelen şey, söz konusu şeriat sisteminin tatbik edildiği bir sistemdir. Bu bakımdan hukuku ve şeriatı iyi anlamak icap eder.

Eğitim meselesi

Bir diğer mevzu ise eğitim mevzusudur. Eğitimde en temel şey sağlam ve istikrarlı bir eğitim planıdır. Bu plan hem İslami hem fenni eğitimi esas almalı, fert ve sosyal toplumu temel edinmelidir. Eğitim günü kurtarmak için, sadece eğitim olsun diye yapılacak bir iş değildir. Eğitim çocukları dört duvar arasında oyalamak, ebeveynleri çocukların sorumluluğundan kurtarmak ve sisteme uygun bireyler yetiştirmek de değildir. Her şeyden öte eğitim, insana verilen bir terbiye, usul ve ilim sistematiğidir.

Eğitimde ilk esas İslami terbiyedir. İslami ilimleri, Allah'ı, kitabı, yaratılışı, kulluğu öğrenmektir. Çocuklara fenni eğitimin yanı sıra bu bilgilerin de verilmesi gerekir. Aksi halde bugünkü gibi tek maksadı tüketim piramidinde üst basamaklara tırmanmak ve haz almak olan nesiller ortaya çıkar. Bundan sakınmak, doğru ve İslami düşünceyi sağlamak için, eğitimde düşünme ve ilim usulleri ile mantık kurmanın da öğretilmesi gerekir.

Eğitim doğrultusunda, çocukları her açıdan güçlü birer fert olarak yetiştirmek, topluma, cemaate, devlete, İslam'a kazandırmak, başarılı birer insan haline getirmek gerekir. Her şeyin ötesinde, çocuklar arasından farklı ilgi alanları olanları ayırt etmek, onlara özen göstermek, küçük yaşlardan başlayarak yol göstermek, hayata ve geleceğe hazırlamak, yol yordam öğretmek, harcanıp gitmelerine mâni olmak icap eder. Ayrıca, eğitimin saplantılardan uzak ve İslam-insan merkezli olması lüzumu da vardır.

Eğitim konusunda bir ufkumuz da Endülüs'teki üniversiteler gibi olmalıdır. Bu eğitim kurumları İslami bir anlayışla açılmasına rağmen öyle bir seviye sunmuştur ki, o dönem Avrupalı Hristiyan soylular dahi bu okullara öğrenci olmuştur. Bizler de böylesi kurumlar kurabilmeli, böylece insanları İslam adına kendimize çekerek kazanmayı başarabilmeliyiz.

Bu konuda diğer birçok mesele daha var. Kültürel faaliyetler, tarım-hayvancılık-madencilik-teknoloji vs. politikaları gibi. Tıp, yazılım, uzay alanları gibi. Müslümanların her alanda gelişmeleri yakalaması, teknoloji, sanayi, uzay gibi konularda, mikro ve makro teknolojilerde, yazılım konularında da öncü olması gerekir. Bir cemaatken de bir devletken de. Bunlar birer ufuktur. Bizler Müslüman olarak gözlerimizi ileriye dikersek, kapasitemiz kadarıyla bunlarla ilgili şeyler yaparsak, bu çalışmalar bize bir şeyler katacaktır.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 1441 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
2 Yorum
Mahmut Cemil İnce Arşivi